7 Aralık 2011 Çarşamba

0

"Parayla Saadet Olur Mu? " Psikolog Zeynep Selvili'den alisveris psikolojisi üzerine keyifli bir yazı


Önce Zeynep'i tanıtayım kisaca size.. Zeynep, benim gibi eğitimini Amerika'da Miami Üniversitesinde Pskoloji üzerine tamamladıktan sonra şimdi New York Üniversitesinde yine Pskoloji üzerine Master yapıyor. Çok güzel yazılar yazıyor ve bu yazılarını sergilediği bir blogu var ---> http://zeynepselvili.blogspot.com Aynı zamanda http://www.kucukinsan.com/ sitesinde yazılarda yazıyor.

Zeynepin yazılarını okumak bana çok keyif veriyor. Üslubu alışık olduğumuz üsluplardan biraz daha farklı ve kendine has. Zeynepi burada yakalamışken "Alışveriş pskolojisi üzerine bir yazı yazar mısın benim için?" dedim. Hiç düşünmeden ertesi gün yazıp yolladı yazısını. Aslında kimi zaman yaptığımız o sebepsiz alışverişlerin altında iç dünyamızdaki mutsuzluklar yatıyor. Ben mesela stresli bir gün gecirdiysem kendimi alışverişe atıyorum yok yere :) Benim gibi hissettiğinize inaniyorum sizlerinde kimi zaman. işte uzman bir kişiden bu hislerin nasıl oluştuğunu anlatan bir yazı bekliyor şimdi sizleri. Lütfen sıkılmadan, sonuna kadar okuyun, gerçekten çok keyifli ve anlamlı bir yazı.
Tekrar teşekkürler ve ellerine sağlık Zeynep.
Zeynep'e herhangi bir sorunuz veya bir sıkıntınız varsa zzselvili@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. Ve, evet resmindeki kadar güzel gerçekten :)


“Parayla saadet olmaz”dı hani? Hani mutluluk paha biçilemez, sosyal statu ayırt etmez, eşitlikten yana bir duyguydu? Öyleyse nereden çıktı bu alışveriş terapisi? Biz ne zaman mutluluğu alışveriş merkezlerinde, butiklerde, indirim reyonlarında aramaya başlar olduk? Mutluluk ne zaman metaryalizmin egemenliğine girdi?
Daha da önemlisi, mutluluğun yokluğunda mutsuzluğun nesi bizi bu kandırmacaya sürüklüyor?
Mutsuzluk kendine döndürüyor insani. Bir ilüzyon yaratıyor benliklerde. Kendine dönen, kendine odaklı insan mutsuz ruh hali içindeyken başarılarından çok başarısızlıklarını, güzelliklerden çok çirkinlikleri, var olanlardan çok eksikleri görmeye başlıyor. Bir perde iniyor muhakemenin önüne; rengarenk hayatlar eğriliyor, karanlıklaşıyor. Adapte olmaya programlı insanda o güç varsa harekete geçiyor. Kendini daha iyi hissetmek için önce bedenini süslemeye yöneliyor. Çünkü ilüzyona bulanmış beyin iyi görünmenin iyi hissettireceğini dikte ediyor; varlığın dıştan belirlendiğine inandırıyor.

Ve atıyor kendini sokaklara beden… En sevdiği şarkıcının üstünde gördüğü elbiseyi alma zamanı şimdi. Bu sezon moda olan o diz üstü botlarla ne de güzel duracak. Hele o küpeler! Ah o küpeler! Ne güzel parlıyordu dergideki kadının üzerinde. Parlamaz mı? Tabii ki parlayacak. O göz kamaştırıcı küpe kime takılsa, O parlayacak. Moda aracı o dergiler, o dükkanlar sadece kılık kıyafette değişim vaat etmiyor çünkü. Beraberinde göz kamaştırıcı bir hayat da vaat ediyor. Mutluluk vaat ediyor. Siz hiç ağlayan mankenlerden oluşan bir katalog gördünüz mü? En mutsuz duranı bile bizden daha mutlu görünmüyor mu? İncecik, stil sahibi, pürüzsüz ciltli değil mi şu en arkadaki bile? Mutluluk skalasındaki yerimizi sahip olduklarımızın belirlediği temel üstüne dikili alışveriş merkezleri. Çaresiz çıplak ruhların cezasını hafifleyen cüzdanlar çekiyor. Pazardan aldım bir tane, eve geldim bin tane.. Degişen bir şey yok! Neden yok peki? Eksiklik gardroplarda değil de ondan. Eksiklik içimizde. Dahili sorun, harici yollarla çözülmez de ondan. Alınan pantolonlar, gömlekler, elbiseler, takılar, makyaj malzemeleri, parfümler bedenleri süsleyebilir sadece.


Ve hiçbir zaman da parlamayaz hicbir şey o mankenlerde parladıkları gibi, biz tüm benliğimizle gülmedikçe.
Zaman ruhunuzu besleme zamanı, dükkan sahiplerini değil. İlk adım, boşluğa neyin sebep olduğunu anlayabilmek. Yakın zamanda olan bir ayrılık mı? Özgüven eksikliği mi? Ya da kendini ifade edememe, kanıtlayamama durumu mu? Nedir bu boşluğun sebebi? Eksik olan ne? Eksikliğin nereden kaynaklandığının farkındalığı ilk adım olmalı. Çünkü farkındalık kontrol getirir beraberinde. Farkındalık, özgürlüktür.
Nasıl varılır peki bu farkındalığa? Alışverişe çıkmadan önce hislerinize kulak verin. Herneyse hissettiğiniz, hepsini kağıda dökün. Sonra gerçeklik kontrolü yapin. Örneğin, kağıda dökülen “siyah bir kazağa ihtiyacım var” ise, dolabınıza bakmak ve gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını kontrol etmek. Yani kendinize bazen gözden kaçabilen şu basit soruyu sorabilmek: “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?”. Ve cesur olup devam edebilmek: “Öyleyse nedir gerçekten ihtiyacım olan?”…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

back to top