Şehâdetleri bî çarelerin öyle büyük
Cezalar ki, ona nispetle küçük”
Srebrenitsa, 11 Temmuz 1995…
Hani gümüştü adın, hiç görmediğimiz dağlarının altında madenlerin, şifalı suların vardı. Güzelliğin dillere destan! Görmeye gelirlerdi saksonyalardan. Hani sen hep şirin bir Türk şehriydin!
O günlerde gelir miydi aklına? Madenlerinin yerine şehitler çıkacağı toprağının altından. Şüheda kanları fışkıracaktı damarlarından.
Ya o canım güzelliğin! Bir haçlı seferine kurban mı gidecekti. Senin yüzüne atılan kezzap alıverdi de güzelliğini, yüreğimizi yaktığı kadar yakabildi mi yüzünü?
Unutmadım, hatırlamaya lüzum da yok. Hatırlatmaya çalışır gibi bakma şimdi gözlerime. Seni haçlının vicdanına teslim eden bizdik. Vicdan, adalet gibi değerlerimizin önüne “evrensel” kelimesini getirmeyi yeni yeni öğreniyorduk.
Değerlerimizi unutacağımızı anlamayacak kadar kör, seni duyamayacak kadar sağır oluvermiştik.
Apar topar kendimize gelmeye çalıştık, gözlerimizi ovuşturup sana baktığımızda ise manzara vahşetten beterdi. Bakamadık bir süre, anlatamadık birbirimize ne gördüğümüzü.Pişmanlık, acı ve öfke…
İşte böyle duyguların gölgesinde izah etmeye çalıştık gördüğümüz karanlığı.
Ne evrensel vicdanın, ne evrensel hukukun ne de diğer evrensel palavraların tarafsız olmadığını anlamamız için yeterliydi çığlığın lâkin seni geri getirmeye yetecek kudreti arayışlarımız henüz son bulmamıştı.
Cesetlerini arayan boş kabirlerle dolusun şimdi, Haçlının saçtığı tohumların türettiği zehirli sarmaşıklar sarmış her yanını…
Türk’ün şehri! Türk’ün vuslatı! Tuna misali yataklarımızdan taştığımızda temizleyeceğiz mikroplarını. Öfke ve gözyaşlarıyla bezenmiş yüzünü güzelliğine kavuşturacağımız anın heyecanını yaşattık ümitlerimizde.
Mazine kavuşacağın günü beklerken sen, biz O’nu sana getirebilmenin çabasıyla tutuşacağız. (Eşrefhan Özbay)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder